
Özgürlük üzerine bir şeyler daha görmeliyim demiştim. Ve bir film daha... Hem bir yol filmi, hem -modern hayattan, toplumun dayattıklarından yaban hayatına- kaçış filmi. Üstelik sadece kurgu değil gerçek hayat hikâyesi uyarlaması. Sean Penn beni şaşırttı bu filmde. Oyunculuktan yönetmenliğe geçenlere -ya da futbolculuktan antrenörlüğe geçenlere- karşı önyargılarımı yıktı büyük ölçüde. (Bir de Mahsun Kırmızıgül var ama o ayrı bir vaka)
Evet filmde başarılı bir yönetmenlik sözkonusu. Hatta filmin her karesi özenle düşünülmüş ve çekilmiş fotoğraf karesi güzelliğinde. Böyle olunca görüntü yönetmeni kim acaba diye düşünüyor insan ki Eric Gautier'miş. Onu da not düşmüş olayım. Sonra başka işlerine de bakarım belki.
Film Christopher McCandless nam-ı diğer Alexander Supertramp'in medeniyetin getirdiklerini (araba, para, kariyer vs...) geride bırakarak, ailesinden, toplumdan ve medeniyetten kaçmak üzere çıktığı yolculuğu anlatıyor. Bu yolculuk esnasında çeşitli kişilerle tanışıyor ama özünde hep yalnız. Ki yalnızlık onun için bir mecburiyet değil bir tercih.
Ayrıca okumayı seven kahramanımız kendine okuduğu kitapların kahramanlarını örnek alıyor* ve de sevdiği yazarların düşüncelerini mottosu haline getiriyor**.
"Rather than love, than money, than faith, than fame, than fairness... give me truth.***" diyor mesela. Hakikatin peşinde geçiriyor kısacık ömrünü. Gerçek mutluluğu arıyor ve natüralist ve panteist bir anlayışla doğada buluyor mutluluğu. Bir elmaya methiyeler düzüyor ancak ironik bir biçimde zehirli bir bitki kökü yüzünden son nefesini veriyor.
Ben aslında bu filmi seyretmeye Eddie Vedder'in Society şarkısını dinledikten sonra karar verdim. Bu kadar güzel bir "soundtrack" albüm dinlememiştim daha önce sanırım. Çok iddialı olmak istemem bu konuda ama gerçekten filme çok fazla katkı sağlamış müzikleri. Mükemmel bir albüm ayrıca filmden bağımsız olarak. (bkz. play tuşu)
Ayrıca bu film bana Jack Kreouac'ın Yolda'sını hatırlattı. Dünyayı kavrayış biçimi o kadar benzer ki acaba etkilenmiş midir "Beat" kuşağından dedim ama McCandless mı, onun hayatını yazan Jon Krakauer mı, yoksa Sean Penn mi ya da hepsi mi, hiçbiri mi çözemedim tam olarak.
Further readings:
*William Henry Davies:
The Autobiography of a Super-Tramp (Kendisi de bir gezgin olan Davies'den ve bu kitabından oldukça etkilenmiş kahramanımız)
Leisure şiirinin ilk beyiti:
“What is this life if, full of care,
We have no time to stand and stare.”
**Leo Tolstoy: Family Happiness
“I wanted movement and not a calm course of existence. I wanted excitement and danger and the chance to sacrifice myself for my love. I felt myself in a superabundance of energy which found no outlet in our quiet life.”
***Henry David Thoreau: Walden****Jack London: Beyaz Diş'i de unutmayalım etkilendiği yazarlar ve eserleri arasında.
Son olarak bu da "bonus track" olsun:
***** (bu yıldızlar film için)
http://www.imdb.com/title/tt0758758/
1 yorum:
Ben de senin gibi önce soceity şarkısına vuruldum ve sonra öğrendim ki bu filmin soundtrackı imiş öylece izledim. Filmi her cepheden çok güzel ele almışsın, hiçbir ayrıntıyı atlamadan[elma~zehirli ot]... Süperberduşumuz unu eleyip, eleğini astığı gibi herşeyi yakıp firar ediyor ama "happiness only real when shared" düşüncesiyle neticelenen bu kaçış acaba ömrü yetseydi ailesine döner miydi sorusuna götürdü beni.. ve bence bu kaçışa yeltenme arzularını gerçekleştirmede erkekler kadınlardan daha baskın ve bu sebepten erkeklere "annelik" vasfı veilmemiş.
Yorum Gönder